27 Kasım 2010 Cumartesi

Sınırlar ülkeleri, çizgiler insanları..


Ülkeler aralarına sınırlar koyarken bunu bir çok nedene dayandırabilirler. Dil, ulus, ortak geçmiş farklılığı ya da toprak bütünlüğünü öne sürebilirler ki bunun geçmişi insanlık tarihi kadar gerilere gidebilir. İnsanların günlük hayatta oluşturdukları, dayattıkları çizgilerin ise uzun bir tarihe dayanması bir yana, ortak geçmişi, yaşanmışlıkları bir anda silmesi, ötelemesi anlaşılabilir değil. Kimi zaman açıkça, kimi zaman belirsizce gözümüze sokulan bu çizgiler en basit insani değerleri unutturur, düşmanlaştırır. Kendini çok basit karşıtlıklarla ifade eden bu dil, çizginin iki yakasına çeker insanları. Hâlihazırda bu çizginin varlığı ortada olmasa, bu kadar çabuk tüketilen ortak geçmişler, yaşanmışlıklar da olmazdı. Her şeyin yolunda gibi gittiği ilişkilerde, birlikteliklerde bile düşman dil hemen yer buluverir kendine. Bitme, değişme, yenilenme hayatın dengesi içinde var olan olgular ve dengesizliği önlerler ama yine de insanların birbirlerini ötelediği çizgisel dengesizliği açıklamaya yetmezler. Bu bilinen şehirli-köylü, zengin-fakir, eğitimli-eğitimsiz ayrımından daha derinlerde yatan, açığa çıkmak için fırsat bekleyen bir zaman çizgisi. Yolun karşısına geçmek için ışıkların iznini beklersin, yolda seni tedirgin eden hareketlilik vardır ama seni geren şey ezilme tehlikesinden öte havadaki belirsizliktir. Çizgiler sınırlarını belirlemeye başladığında alışırsın, oluruna bırakırsın, herkesin yaptığını yaparsın, görmezlikten gelirsin ya da çizgilerini kalınlaştırırsın.

Doğduğumuzda sınırlar vardı, çizgiler yolları ayırıyordu şimdi insanları..

kışa doğru istanbul


Saklı bir şeyler var yaşanmamış, yaşanmış bir şeyler var saklı.